YAZILAR


YÜKSEK ÖĞRETİM     ÜNV. GELİRLERİ     ÖĞR. YAPISI     ÖĞR. KALİTESİ     YAYIN VERİMİ     PROJE ÜRETİMİ     YEN-GİRŞ-TERC     GENEL DEĞERLENDİRME     ÜNV.GELİRLERİ 2     ENERJİ-SOSYAL YAŞAM     BAP ve DESTEKLER     TTO     SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK



YÜKSEKÖĞRETİM VE ÜNİVERSİTE(M)

ÖZET: Yükseköğretim tanımlanarak, Dünyada ve Ülkemizde yükseköğretim sisteminin gelişimi açıklanmıştır. Son olarak Eskişehir Osmangazi Üniversitemizin gelişimi ve rektör adayı olarak misyon ve vizyonum verilmiştir. 

Yükseköğretim, ortaöğretimden sonra zorunlu olmayan ancak esasları belli olan öğrenmenin sağlandığı bir alan olarak tanımlanır. Üniversite bilginin üretildiği, paylaşıldığı, eğitim ve öğretimin yapıldığı, araştırma çalışmalarının yürütüldüğü, değişik seviyelerde akademik derecelerin verilebildiği ve insanların meslek sahibi olmalarının sağlandığı Yükseköğretim sisteminin önemli bir kurumudur. Latince “Universitas” kelimesinden gelen üniversite,  ilk kurulduğu yıllarda dünyayı ve kâinatı anlayış biçimleri benzer hocaların veya öğrencilerin birliği şeklinde tanımlanmıştır. Bugün ortaya çıkış amaçlarından çok değişik bir işlevselliğe sahip üniversitelerdeki gelişmeler, toplumun sosyolojik dönüşüm sürecine paralel olarak şekillenmiştir.

DÜNYADA YÜKSEKÖĞRETİM SİSTEMİNİN GELİŞİMİ NEDİR ?

Bir yükseköğretim kurumu olarak ilk Üniversite’nin 425 yılında Bizans’ta kurulduğu ifade edilmektedir. Öğrenci birliği şeklinde kurulan bu ilk üniversitenin, o yıllarda öğrenci sayısı 800’ü aşmıştı.  Milattan önceki dönemde (özellikle eski Yunan ve Roma Medeniyetlerinde) bazı Yükseköğretim kurumlarının varlığı bilinse de, bu kurumların bugünkü manada üniversite niteliğini taşımadıkları düşünülmektedir. Araştırmacılar, bugünkü manada üniversitelerin, Abbasiler döneminde Bağdat’ta Beyt’ül Hikme, Endülüs Emevi Devleti döneminde Fas, Kurtuba ve Gırnata Üniversite’lerinde hukuk, tıp, astronomi ve ilahiyat gibi alanlarda bulunduğunu ifade etmektedirler. Ayrıca Bağdat’taki Nizamiye Medresesi (1065) ile Osmanlı Devleti’ndeki İznik Medresesi (1331) de ilk üniversiteler listesine eklenmektedir.

Batı dünyasında kurulan ilk üniversiteler, başlangıçta Hıristiyan katedral okulları olarak kurulmalarına rağmen, 11. ve 12. yüzyılda bugünkü anlamda üniversiteye dönüştüğü görülmektedir.   1088 yılında kurulan Bologna Üniversitesi, 1150 yılında kurulan ve sonradan Sorbonne Üniversitesi ile birleşen Paris Üniversitesi, 1167 yılında kurulan Oxford Üniversitesi, 1175 yılında kurulan Modena Üniversitesi ve 1209 yılında kurulan Cambridge Üniversitesi, Orta Çağ’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan ve bugünkü manada üniversite özelliği taşıyan Batı Avrupa’daki ilk Yükseköğretim kurumlarıdır.

Batı Avrupa’da kurulan ilk üniversitelerde öğretim alanları, iki merkezli olarak yoğunlaşmıştır.   Avrupa’nın kuzeyinde kurulan üniversitelerde “sanat ağırlıklı” bir öğretim alanı tercih edilirken ve “hocaların birliği” şeklinde bir kurumsal yapı oluşturulurken,  güneyde ise daha değişik bir öğretim alanı ve kurumsal yapılanma oluşmuştur. İtalya merkezli olan güneydeki üniversitelerde “hukuk ve tıp gibi toplumun ihtiyacının olduğu” alanlarda öğretim yapılmış ve kurumsal yapı “öğrenci birliği” şeklinde oluşmuştur. İtalya’daki Bologna Üniversitesi, güneydeki üniversitelere en güzel örnektir. 

13. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın önemli şehirlerinde üniversiteler kurulmaya başlanmıştır.   Özellikle hukuk, tıp, felsefe ve ilahiyat alanlarında öğretim veren bu üniversiteler, zamanla, sosyolojik tabanlı toplumsal hareketlerden özellikle Rönesans’tan etkilenmiş ve 18. yüzyılda başlayan değişim hareketleriyle yeni bir kimliğe kavuşmuştur.   Bu değişim, 19. yüzyılın başında hat safhaya ulaşmış ve “modern üniversite” anlayışı ile 1810 yılında Wilhelm von Humboldt tarafından kurulan Berlin Üniversitesi’nde odaklanmıştır. “Humboldt modeli” olarak bilinen bu tip üniversitelerde, faaliyetler ağırlıklı olarak “Bilimsel Araştırma” ya yönlendirilmiştir. Tek bilim dallı fakülteler içinde bölümler oluşturularak akademik kürsü esası ön plana çıkartılmıştır. Orta Çağ üniversiteleri gerçeği; göksel kutsiyet içinde aramayı benimsemişken, Humboldt üniversite modeli doğayı keşfetmeyi görev edinmiştir. Bu manada Raphael’in “Atina Okulu” tablosunda Platon’un göğü göstermesi ve Aristo’nun yeri göstermesi aslında bilgiye ulaşmadaki bu ikilemi işaret etmiştir.


Humboldt üniversite modelinde ulusal diller kullanılarak bilimsel çalışma yapılabilmiş ve kurumsal olarak özerk, öğrenme ve öğretme hakkında geniş serbestlikler esas alınmıştır.   Bu üniversite modelinin oluşmasında ve yeni görev tanımlarında, 19. yüzyıl boyunca görülen sanayi devriminin önemli bir etkisi olmuştur.  Bu etkiler sonunda, uzun tartışmalara bağlı olarak doğa ve sosyal bilim dalları birbirinden ayrılmıştır. Ayrıca bu dönemde üniversiteye,  modern ulus devletlerin gelişmesiyle birlikte ihtiyaç duyulan yetişmiş insan gücünün sağlanması ve milli kültürün oluşturulması hususlarında da ayrı bir görev yüklenmiştir.

Humboldt modeli, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'ndeki üniversiteleri de etkilemiştir.   Ancak ABD üniversiteleri bu etkiyle birlikte kendi özgün değerlerini koruyarak daha verimli ve etkin bir üniversite modeline ulaşmışlardır. Özellikle Humboldt modelindeki elitçi anlayışa itibar etmeyerek ve daha geniş halk kitlelerine açılarak, toplumun her kesimi ile ilişki kurmayı başarmışlardır.   Geniş kampüslü çok sayıda üniversite inşa edilerek, gerekli teknik ve sosyal alt yapı donanımı sağlanarak, güçlü bir toplum yetiştirme hedefinde önemli mesafe almışlardır. Bu üniversitelerde o dönemde lisansüstü öğretime önem verilmiş, sanayi, tarım, sivil toplum ve kamu işbirliği önemle hayata geçirilerek toplum ihtiyaçlarının karşılanması hedeflenmiştir. ABD’de, üniversiteler için Humboldt modelinde benimsenen “özgürlük-yalnızlık” kavramı yerine “özgürlük-işbirliği” sloganı ön plana çıkartılmıştır.  Kuzey Amerika üniversite modeli, doğayı keşfetmekten ziyade “değer yaratma” ya yönelik bir anlayışla örgütlenmiştir. Bu üniversitelerde disiplinler arası yöntemlerle bilgi üretmek, bilim insanından daha çok girişimci kimlikli insan yetiştirmek hedeflenmekte ve küresel bir anlayışla profesyonel bir idare tarzı benimsenmektedir.   Son dönemde Kuzey Amerika üniversite sisteminde toplumsal faydadan çok bireysel fayda ön plana çıkmıştır.

ÜLKEMİZDEKİ  ÜNİVERSİTELERİN GELİŞİMİ NEDİR?

Ülkemizde batılı anlamda üniversite kurma kararının ilk defa 1846 yılında alındığı ve  “Dar’ül Fünun” olarak adlandırılan bu kurumun kuruluşunun, ancak 1865 yılında gerçekleştirilebildiği bilinmektedir.  Kuruluşundan 15 yıl sonra kapatılan bu kurum, “Dar’ül Fünun- i Osmanî” adıyla 1900 yılında yeniden açılmıştır. Tıp, Hukuk, İlahiyat, Edebiyat, Matematik ve Fen Bilimleri Okullarından oluşan bu kuruma, sonraki yıllarda yabancı bilim adamları da katılmıştır. 1933 yılında Dar’ül Fünun lav edilmiş ve yerine 2252 sayılı kanun ile “İstanbul Üniversitesi” adıyla yeni bir yükseköğretim kurumu kurulmuştur.

1944 yılında Yüksek Mühendislik Mektebi, “İstanbul Teknik Üniversitesi” adıyla yeni bir yükseköğretim kurumuna dönüştürülmüştür.  1925 ile 1945 yılları arasında Ankara’da kurulan Hukuk Fakültesi, Ziraat Fakültesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Fen Fakültesi ve Tıp Fakültesi gibi bağımsız okul ve fakülteler, birleştirilerek yeni bir yükseköğretim kurumu oluşturulmuştur. 1946 yılında kurulan ve “Ankara Üniversitesi” olarak adlandırılan bu kurum, ülkemizin İstanbul dışındaki ilk üniversitesi olma özelliğini taşımaktadır. 

1946 yılında 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu yürürlüğe girmiş ve bu kanunla “rektör ve dekanların öğretim üyeleri tarafından seçilmesi” hükmü yeniden geri getirilmiştir.  1956 ve 1957 yıllarında dört yeni yükseköğretim kurumu (Karadeniz Teknik, Ege, Orta Doğu Teknik ve Atatürk Üniversiteleri) kurulmuştur.  Bu üniversiteler, birbirinden ayrı birimlerden oluşan şehir üniversitelerinden farklı olarak “kampüs” şeklinde oluşturulmuşlardır. 

1961 Anayasasında ise, “Üniversitelerin kendi seçtikleri organlarca yönetileceği” ifade edilmiştir.  1967 yılında Ankara Üniversitesi içinde yer alan Hacettepe Tıp Fakültesi bu üniversiteden ayrılarak, 892 sayılı kanun ile “Hacettepe Üniversitesi” adıyla yeni bir yükseköğretim birimi oluşturulmuştur.  Ülkemizde ilk özel yükseköğretim kurumu olma özelliğini taşıyan Robert Koleji,  1971 yılında 1487 sayılı kanun ile Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür. 

1970’li yılların başından itibaren ülkedeki üniversite kurumu dışında yer alan ve değişik merkezlerde bulunan Güzel Sanatlar, Devlet Mühendislik ve Mimarlık ile İktisadi ve Ticari İlimler Akademileri birleştirilerek, yeni yükseköğretim kurumları oluşturulmuştur. 1973 yılında 1750 sayılı Üniversite Kanunu ile 1765 sayılı Üniversite Personel Kanunu çıkartılmış ve Yükseköğretim Kurulu oluşturularak üniversitelerin sevk ve idaresi ile ilgili yeni kıstaslar ortaya konulmuştur.  1973 yılında Adana, Diyarbakır ve Eskişehir il merkezlerinde, 1974’de Sivas il merkezinde, 1975 yılında 5 ayrı il merkezinde (Bursa, Elazığ, Konya, Malatya ve Samsun) ve 1978 yılında ise, Kayseri il merkezinde yeni üniversiteler kurulmuştur.

1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK çok daha güçlü bir anayasal kurum olarak yükseköğretim hayatında yerini alınmıştır. Bu kanun ile ülke yükseköğretiminde bir dönüşüm yaşanmıştır.  Bu tarihe kadar Türk Yükseköğretimi’nde belirleyici olan kıta Avrupa’sına benzer sistem terk edilerek, Kuzey Amerika eğitim sistemine geçiş yapılmıştır.  1982 yılında 6 il merkezinde 8 ayrı üniversite oluşturulmuştur.  1987 yılında da Orta Doğu Teknik Üniversitesi Gaziantep kampusü’ndeki birimler bu üniversiteden ayrılarak, Gaziantep Üniversitesi kurulmuştur.

1990’lı yılların başından itibaren ülke yükseköğretiminde kurumsal bir genişleme söz konusudur.  1992 yılında farklı il merkezlerinde 21 ayrı üniversite ile İzmir ve Kocaeli’nde 2 ayrı Yüksek Teknoloji Enstitüsü kurulmuştur.  1993 yılında Eskişehir’de yer alan Anadolu Üniversitesi ikiye bölünerek “Osmangazi Üniversitesi” adıyla yeni bir yükseköğretim kurumu oluşturulmuştur.   1994 yılında da İstanbul’da “Galatasaray Üniversitesi” adıyla yeni bir devlet üniversitesi yükseköğretim sistemine kazandırılmıştır. 

2000’li yılların ikinci yarısından itibaren ülkemizde üniversitelerin kitleselleşmesi yönünde önemli bir adım atılmıştır.   Bu kapsamda 2006 yılında üniversiteleşme alt yapısına sahip 15 il merkezinde, 2007 ve 2008 yılında ise tüm illerimize bir Üniversite anlayışı ile 26 yeni Üniversite kurulmuştur.  2010 ve 2013 yılları arasında da büyük il merkezlerinde toplam 10 Üniversite’nin kurulumu gerçekleştirilmiştir. Ülkemizde halen (2014 yılı sonu itibariyle) 104 devlet üniversitesi bulunmaktadır. Ülkemizde Milli Savunma ve İçişleri Bakanlığı’na bağlı yükseköğretim kurumları da mevcuttur. 

Ülkemizdeki ilk vakıf üniversitesi olan Bilkent Üniversitesi Ankara’da 1984 yılında, Koç Üniversitesi İstanbul’da 1992 yılında ve Başkent Üniversitesi Ankara’da 1993 yılında kurulmuştur.  Halen ülkemizde önemli bölümü büyük il merkezlerinde olmak üzere 73 vakıf üniversitesi bulunmaktadır. Vakıf Üniversiteleri’ nin ülke yükseköğretimi içindeki payı yaklaşık % 7-8 mertebesindedir.

ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTEMİZ!

Üniversitemiz, 1993 yılında bir kararname ile Anadolu Üniversitesi’nden ayrılarak kurulmuştur.  Ülkemizdeki 1992- 1994 yılları arasında kurulun 25 üniversiteden biridir.   Hatta resmi olmasa bile kuruluşumuzun 1970 olduğunu söylemekten mutluluk duyarız.  Son dönemde yapılan araştırmalara göre üniversitemiz öğretim kalitesi, öğretim yapısı yönünden ilk yirmi üniversite arasında iken proje verimi yönünden 52’inci, bilimsel yayın yönünden 32’inci sıradadır. Üniversitemiz diğer değerlendirme alanlarında da istenilen yerlerde değildir.

Bu manada üniversitemizde daha derinlikli düşüncelerle yapılanmalara geçmemiz gerekmektedir. Özellikle üniversitemizi 20 yıl sonra, 50 yıl sonra hatta 100 yıl sonra nerede görmek istediğimizi konuşmalıyız. Hedeflerimizi belirleyerek gelecekte üniversitemizi yönetecek genç arkadaşlarımıza temeller hazırlamalıyız. Bunun için insanlık tarihinin tecrübelerini iyice gözden geçirerek geleceğe adım atmalıyız. Gerçeği göksel kutsiyette aramak, gerçeği doğanın yapısındaki keşiflerde aramak ve bulduklarımızı dolaylı (Sanat) ya da doğrudan (Düşünce) topluma aktarmak ve toplumların ihtiyaçlarına cevap verebilmek çok önemli sorumluluklardır. Bunca yük ne yazık ki toplumun önderlerine yüklenmiştir. Ben üniversitelerin bu önderliği yapabilecek durumda olduğunu düşünüyorum. Bugün Amerika üniversitelerine, insanlık tecrübesinin ulaştığı nokta olarak bakıyorum ve acilen onları yakalamamız gerektiğini düşünüyorum. Ancak burada taklidin ötesine geçerek insanlığın bugün çözemediği kronik sorunlarına çözümler üretecek zeminde yapılanmalar düşünüyorum. Kısa vadede Amerika üniversitelerinin ulaştığı araştırmacı/yenilikçi ve teknoloji üretici üniversite yapısına acilen ulaşmalıyız. Ancak uzun vadede kendi felsefemizi geliştirmeliyiz. Bunun için “Bireysel Pragmatist” değil, “Küresel Pragmatist” felsefede,  dünya üniversitelerinin gelişim sürecindeki “YENİ ve ÜST NOKTASINA” oturmamız gerektiğini düşünüyorum. “İnsan”ın onurlu bir yaşamı hak ettiğini düşünerek tüm insanlığı esenliğe götürecek düşünsel üretimi gerçekleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Gelişimi, insanlığın özellikle belirli kesiminin refahını arttırmak değil, tüm insanlığa onurlu bir yaşamı kazandırabilmek olarak algılıyorum. Bu felsefeye ulaşmak için de şimdiden üniversitemizde “hocalar ve öğrenciler” birliği temellerini atmalıyız. Daha özelde ise memleketimizi ve coğrafyamızı daha iyiye ve daha güzele götürecek yetişmiş insan gücünü özellikle de önderlik vasfı taşıyan insanları yetiştirmeyi hedeflemeliyiz. Ve SANAT. Bu önder ruhlu insanları aynı zamanda estetik eğitiminden geçirerek üniversitemizde elde edilen “BİLGİ/GERÇEK” i, insanlığa anlatmak için yeni sanat alanlarının açılmasına vesile olmalıyız.

Bu düşüncelerle üniversitemizin farklı fakültelerinden arkadaşlarla hazırlıklar yaparak üniversitemizi yönetmeye talip oldum ve Rektör adaylığımı açıkladım. Ortak iyiye ve ortak akla inanan birisi olarak tüm görüşleri değerlendirmeye çalışıyorum. Bunun için herkesin katkılarını bekliyorum.

Selam, sevgi ve saygılarımla…

Prof. Dr. Hasan TOSUN

Rektör Adayı

 

*Charle ve Verger (2005), Çetinsaya (2014), Günay ve Günay (2011)’in yazı ve kitaplarından yararlanılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YÜKSEK ÖĞRETİM